Hoşgeldiniz

Heves, Heyecan, Hareket, Himmet

Kendimizi tanımak (İnsan nedir, ne için yaratılmıştır)

Geri

Kendimizi tanımak (İnsan nedir, ne için yaratılmıştır)

 

Hazret-i Âişe, (İnsan Rabbini ne zaman tanır?) diye sual edince, Peygamber efendimiz, (Nefsini tanıdığı zaman) buyurmuştur. Hadis-i şerifte, (Kendini tanıyan, Rabbini tanımış olur) buyuruldu [Kıyamet ve Ahiret s.237].

Allahü teâlâ, insanlarda kendine yaklaşmak ve kendini tanımak isti’dâdını yarattı. Bu isti’dâdın miktarı herkesde başkadır [Kıyamet ve Ahiret s.307].

Yunus Emre hazretleri buyuruyor ki;

 

İlim ilim bilmektir,

İlim kendin bilmektir,

Sen kendini bilmezsen,

Ya nice okumaktır?

Okumaktan maksat ne?

Hakkı bilmek elbette,

Kim okur bilemezse,

Hepsi kuru emektir.

 

İslam alimleri buyuruyor ki; Peygamber efendimiz, (Men arefe nefseh, fekad arefe rabbeh) buyuruyor. Yani insan kendini tanır, kim olduğunu anlarsa, ancak o zaman Allah’ı tanıyabilir. Kendi âcizliğini, her an her şeyiyle Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilmeyen, Allahü teâlânın büyüklüğünü nasıl tanır? Her an, her zerre, kâinatta ne varsa, her şey Allah’a muhtaçtır. Yüce Allah’a kul olmak, Onun emir ve yasaklarına uymak, Onun büyüklüğü karşısında kendisinin çok âciz bir mahlûk olduğunu bilmek gerekir. Kendini bilmekten maksat budur. Kendini bilmeyen, ne Allah’ı bilir, ne de başkasını.

Aslında her şey aşikârdır, fakat gören gözle bakılırsa görülür. Köre, gülün, zambağın rengi anlatılsa ne anlar? Dünya’yı aydınlatan Güneş’i de göremez. Çünkü ona göre her şey simsiyahtır. Nitekim müşrikler Peygamber efendimize, (Allah’ı gösterirsen inanırız) dediler. Resulullah efendimiz çok sıkıldı, hattâ (Ya Rabbi, ben nasıl anlatayım? Senin varlığını nasıl göstereyim?) diye çok üzülmüştü. Cebrail aleyhisselam geldi. (Onlar için üzülüp kendini helâk etme! Ben onların içindeyim) mealindeki âyet-i kerimeyi getirdi. Mânâsı, (Benim kudretim onların içindedir. Vücutlarının nasıl çalıştığına baksınlar) demektir.

Organların çalışmasından insan vücudundaki trilyonlarca hücreye varana kadar, her şey nasıl çalışıyor, içeride neler oluyor? Bilim adamları, (Bir hücrenin yanında, ağır sanayi fabrikası hiç kalır. Biz henüz hücrenin üç beş atölyesini ancak keşfedebildik) diyorlar. Trilyonlarca hücrenin her birinde henüz keşfedilmemiş birçok şey vardır. İnsan vücudunda her gün, bin tane kanser hücresi teşekkül ediyor. Bir tanesi bir yere tutunsa, kansere sebep olur. Ama Cenab-ı Hak vücutta öyle bir savunma sistemi kurmuş ki, o kanser hücreleri imha ediliyor. Hâlbuki bizim bundan haberimiz bile olmuyor. O hâlde, vücudumuzu kanserden koruyan biz miyiz?

Bir başka misal olarak, kalbi düşünelim. Genç veya yaşlı biri, aniden kalb krizi geçirip ölüyor, kalbinin durmasına mani olamıyor. Diğer organlar da böyledir. Yani çalışmasına müdahale edemediğimiz gibi, durmasına da mani olamıyoruz. Velhasıl, insan ne kadar âciz bir mahlûktur. Bu âcizliğini anlar da, âciz olmayanı tanırsa, kurtuluşa erer.

İnsanoğlunun mahlukat arasındaki yeri nedir?

[İslam Ahlakı s.139] İnsanların dereceleri, bütün mahlukların tam ortasındadır. İslamiyete uyanlar, yükselirler, meleklerden üstün olurlar. Nefslerine ve kötü arkadaşlara uyarak, islamiyetten uzaklaşanlar, alçalırlar.

İnsan, ruhu tarafından meleklere, bedenin yapısı bakımından hayvânlara benzemektedir. Ruh tarafını kuvvetlendiren kimse, meleklerden de üstün olur. Çünkü beden, insanı meleklikten uzaklaşdırmakta, hayvânlara yaklaşdırmakta iken, bu alçalmağa karşı koymuş ve yükselmiştir. Melekde, hayvânlaşdırıcı bir beden yoktur. İyilikleri, meleklik ile birlikte yaratılmıştır.

Bir kimse, bedeni kayırır, nefsi kuvvetlendirirse, hayvânlardan aşağı olur. Allahü teâlâ, A’râf suresinin yüzyetmişsekizinci âyetinde ve Fürkan suresinin kırkdördüncü âyetinde, (Hattâ onlar, hayvânlardan daha aşağıdırlar) buyurarak, böyle kimselerin kötülüklerini bildirmektedir. Çünkü, hayvânda akıl yoktur. Meleklere benziyen ruhları da yoktur. Şehvetlerine uymaları suç olmaz. İnsanlara akıl ışığı verilmiş olduğundan, nefslerine uymaları, doğru yoldan sapmaları çok çirkin olur.

Karışımdır, Âdem oğlu,

meleklikle hayvânlıkdan.

Kim ki, meleğine uydu,

üstün oldu, hem de ondan.

Kim ki olur hayvân huylu,

kötü olur her mahluktan!

 

İnsan ruh tarafını kuvvetlendirirse nasıl olur? Hayvanî tarafına uyarsa nasıl olur?

[Tam İlmihal Üçüncü Kısım 18.maddede] Bu sorunun cevabı çok veciz şekilde şöyle anlatılmaktadır:

NEFS

Bir ân gelir kabarır, atlasda dalga gibi,

muhit olur ruhuna, kırılmaz halka gibi.

Bir ân gelir, durulur, soğuk bir pınar olur,

her sözü kabul eden, en kıymetli yâr olur.

Bir ân gelir, ah çeker, herşey benim olsa der,

bütün dünyayı versen, nankördür daha ister.

Bir ân gelir inanır, mevlâsı sözlerine,

nedamet yaşı dolar, o asi gözlerine.

Bir ân gelir ki gürler, ufkunda şimşek çakar,

yılların mahsûlünü, tutar bir anda yakar.

Bir ân gelir, dalgasız, sessiz bir ummân olur,

bütün yaptıklarına, utanır, pişmân olur.

Bir ân gelir, Fir’avn, Şeddâd ve Nemrûd olur,

damarlarda dolaşan, Hannâs-ı merdûd olur.

Bir ân gelir mutî’dir, herşeyi kabul eder,

dünya gözünde olmaz, dâim ibadet ister.

Bir ân gelir, şahlanır, kükremiş arslan gibi,

yahut kana susamış, yaralı kaplan gibi.

Bir ân gelir, uslanıp bir (seng-i miheng) olur,

her arzusu, Resulün sözlerine denk olur.

Bir ân gelir, zâlimdir, ruhu inletir zâr zâr,

kendi kötü elile, kendine mezar kazar.

Ey kalb, böyle bir nefse, uyarsan halin yaman!

Onun hilelerine, aldanma hiçbir zaman!

 

Nefs nedir? Nefs-i emmare ve mutmainne ne demektir?

Nefsimize aldanmamak için onu iyi tanımak gerekir. Bunun için de İslam alimlerinin tariflerini iyi öğrenmek lazımdır. Tam İlmihal ikinci kısım 28.maddede “Nefs ve akıl” şöyle izah edilmektedir:

Allahü teâlâ, insanların ve hayvanların, yaşayabilmeleri ve üremeleri için, onlarda iki kuvvet yarattı. Biri, muhtaç oldukları, lezzet aldıkları şeyleri istemek, onlara kavuşmak kuvvetidir. Bu kuvvete, (Şehvet) denir. İkincisi, yaşamalarına zararlı olan, canlarını yakan şeylerden kaçmak, bunlara karşı savunmak kuvvetidir. Bu kuvvete, (Gadab) denir. Allahü teâlâ, insanların ve hayvanların yaşamaları, üremeleri için muhtaç oldukları şeyleri her tarafda, bol bol yaratmış, bunlara kolayca kavuşmalarını ve bulduklarını kolayca kullanabilmelerini ihsan etmiştir.

Allahü teâlâ, insanlara merhamet ederek, seve seve çalışabilmeleri, çalışmaktan usanmamaları için, insanlarda üçüncü bir kuvvet daha yarattı. Bu kuvvet, (Nefs-i emmâre) kuvvetidir. Bu kuvvet, şehvetlere kavuşmak ve gadab edilenlerle döğüşmek için insanı zorlar. Fakat insanın nefsi, bu işinde bir sınır tanımaz. Yaptığı işler, hep aşırı, hep zararlı olur. Mesela hayvan susayınca, temiz suyu kolayca bulur, içer. Doyunca, artık içmez. İnsanı nefsi, doyduktan sonra da içirir. Sığır aç olunca, çayırda otlar. Doyunca, yatar, uyur. İnsan aç olunca, çayırda otlayamaz. Bulduğu otlar arasında seçim yapması, seçtiğini soyup, temizleyip, pişirmesi lazımdır. Nefs, bu yorucu, usandırıcı işleri seve seve yaptırır. Fakat, hoşuna gideni, doyduktan sonra da yidirir.

Allahü teâlânın merhameti sonsuz olduğundan, nefsin insanı felakete sürüklemesine mani olmak istedi. Hem nefsin arzularına uymağı sınırlıyan, hem de nefsi temizleyip emmârelikten yani aşırı, taşkın olmaktan kurtaran emirler ve yasaklar gönderdi. Peygamberleri “aleyhimüssalevâtü vetteslimat” ile gönderdiği bu emir ve yasakların toplamına, (İlâhî din)ler veya (İslamiyet) denir. Bir insan, işlerini yaparken, islam dinine uyarsa, nefsi, emmârelikten kurtulup, (mutmainne) olur. Bu zaman, şehveti ve gadabı faideli olarak çalışdırır.

Neden insanlar dine uymak istemez?

[Tam İlmihal 530.sahife] Nefs-i emmâre, şehveti ve gadabı aşırı çalışdırdığı için, buna uymak insana tatlı gelir. İslamiyete uymak ise, bu arzuları frenlediği, tahdîd ettiği için, insana acı, zor gelmektedir. Bunun için insan, islamiyete uymak istemez. Nefse uymak ister. Saadete kavuşmak istemez. Felakete sürüklenmek ister. Allahü teâlânın merhameti sonsuz olduğundan, insanlarda, saadeti felaketden, doğruyu iğriden ve faideliyi zararlıdan ayırabilen bir kuvvet de yarattı. Bu çok kıymetli kuvvet, (Akl)dır. Şaşmıyan, yanılmıyan akla (Akl-ı selîm) denir. Akl-ı selîm sahibi olan kimse nefsine uymaz. İslam dinine uyar. Aklı dinlemiyen kimse ise, nefsine uyar. İslam dinine uymak istemez. İslam dinine uyana, (Müslüman) denir. Müslüman olmak için evvelâ (İman) etmek lazımdır.

[İslam ahlakı kitabı 10.sahife] İslâmiyyete uymak, kalbi kuvvetlendirdiği gibi, nefsi za’îfletir. Bu sebeb ile (nefs), kalbin islâmiyyete uymasını, Mürşid-i kâmilin sohbetinde bulunmağı, kitâblarını okumağı istemez. Dinsiz, îmânsız olmasını ister. Akllarına uymayıp, nefslerine uyan kimseler, bunun için, dinsiz olmakdadır. Nefs ölmez. Fekat, gücü kuvveti kalmayınca, kalbi aldatamaz.

[Tam İlmihal 31.sayfa]

Süâl: Allahü teâlâ, nefsi yaratmasaydı, insanlar onun aldatmasından kurtulurdu. Kimse kötülük yapmaz, herkes Cennete giderdi. İyi olmaz mı idi?

Cevâb: Bu dünyâda, her mahlûkda, herşeyde, Allahü teâlânın hem rahmet sıfatı, hem de kahr, gadab sıfatı tecellî, zuhûr etmekdedir. Su, insanların, hayvanların ve nebâtâtın yaşamaları için, temizlik için, yemek, ilâc yapmak için lâzım olduğu gibi, denizde binlerce insan boğulmakda, sel suları evleri yıkmakdadır. Soğuk su içen, hasta olmakdadır. Ateş, ekmek, yemek pişirmek için, kışın ısınmak için lâzım olduğu gibi, içine düşeni yakmakdadır. Elektrik, çok yerde işimize yaradığı hâlde, yangına sebeb olmakda, insana çarpınca, hemen öldürmekdedir. Her ilâc, bir derde devâ olduğu hâlde, fazlası zararlı olmakdadır. Herşey de böyledir. Nefs de bunlar gibidir. Hem fâideli, hem zararlı tarafları vardır. Nefsin yaratılması, insanların yaşaması, üremesi ve dünyâ için çalışmaları ve âhıret için cihâd sevâbı kazanmaları içindir. Allahü teâlâ, nefsi böyle nice fâideler için yaratdı. Fekat, nefs, tegaddî ve tenâsül lezzetlerine doymaz. Allahü teâlâ bütün insanlara merhamet ederek, acıyarak, nefse hâkim olup, zararlı arzûlarını önlemeleri için, akl da yaratdı. Akl, insan dimâgı vâsıtası ile, his uzvlarından, şeytândan ve nefsden kalbe gelen arzûları inceliyerek, iyilerini kötülerinden ayıran bir kuvvetdir. Ayırırken yanılmazsa (Akl-ı selîm) denir. Allahü teâlâ, ayrıca Peygamberler göndererek, hangi şeylerin fâideli, iyi ve hangi şeylerin zararlı, fenâ olduklarını ve nefsin bütün arzûlarının kötü olduğunu bildirdi. Akl, nefsin isteklerini, Peygamberlerin iyi dedikleri şeylerden ayırıp, kalbe bildirir, kalb de, aklın bildirdiğini ihtiyâr ederse, ya’nî tercîh ederse, nefsin arzûlarını yapmağı irâde etmez. Ya’nî dimâg [beyin] vâsıtası ile, hareket uzvlarına bunu yapdırmaz. Kalb, islâmiyyetin iyi dediklerini, ihtiyâr ve irâde eder ve yapdırırsa, insan se’âdete kavuşur. Kalbin, iyiden, kötüden birini ihtiyâr ve irâde etmesine (Kesb) denir. İnsanın hareket organları, dimâgına, dimâg da kalbine tâbi’dir. Kalbin emrine uygun hareket ederler. Kalb, dimâg vâsıtası ile his organlarından ve rûh vâsıtası ile taraf-ı ilâhîden ve akldan, melekden, hâfızadan, nefsden ve şeytândan gelen te’sîrlerin toplandığı bir merkezdir. Kalb, akla uyunca, nefsin yaratılmış olması, insanların sonsuz ni’metlere kavuşmalarına mâni’ olmaz. Kalbin nefse aldanmaması, ona uymaması, nefs ile (Cihâd-ı ekber) olur. Allahü teâlâ, cihâd edenlere, Cennetde yüksek dereceler vereceğini bildiriyor. Nefs, insanların cihâd sevâbına kavuşmalarına, meleklerden üstün olmalarına sebeb olmakdadır.

Peygamber efendimiz bir savaştan dönünce, (Küçük cihaddan büyük cihada döndük) buyurdu. Eshab-ı kiram, (Ya Resulallah büyük cihad nedir?) diye sual edince, Peygamber efendimiz, (Nefsle cihaddır) buyurdu. [Deylemi, Beyheki, Hatibi Bağdadi, İ. Gazali, İ. Süyuti]

Nefse düşmanlık etmek lazım

Allahü teâlâ nefsi yarattığı zaman (Sen kimsin, ben kimim?) buyurunca, (Ene ene, ente ente = Ben benim, Sen sensin) demiş. Üç bin yıl. Ateşe atılmış, bin yıl orda kalmış, çıkınca cevabı yine aynı. Soğuk Cehenneme atılmış, bin yıl da orda kalmış, çıkınca cevabı yine aynı. Bin yıl aç bırakılınca, sonunda kerhen (Sen benim Rabbimsin, ben senin aciz bir yaratığınım) demiş. Bu tehlikeli ve Allahü teâlâya düşman olan mahlûk içimizde. Dine imana inanmaz, gıdası haramlardır. Allahü teâlâ onu böyle yaratmıştır. (Nefsine düşmanlık et, çünkü o benim düşmanımdır) buyurmuştur. İslamiyet’in her hükmünde nefsi kırma payı vardır. Emir ve yasaklar, onu kontrol altına almak içindir. İnsanların çektikleri sıkıntıların sebebi nefsi tanımamaları, bunun isteklerini kendi isteği zannetmeleridir.

 

Peki kalp nedir?

Tam İlmihal son sözünde (1058.sahife) kalp şöyle anlatılıyor;

İnsanda iki türlü kalb vardır. Birisi, bildiğimiz, göğsümüzdeki et parçasıdır. Buna (Yürek) diyoruz. İkincisi, bu et parçasında bulunan bir kuvvetdir. Buna (Gönül) diyoruz. Biz, kalb deyince, bu gönlü bildireceğiz. İnanmak ve inanmamak, muhabbet ve düşmanlık bu kalbde olur. İnsanın a’zâları bu kalbin emrindedir. Temiz kalbin sâhibi akla uyar, hep iyi işler yapar. Kalbi bozuk, hasta olan, nefse uyar, hep zararlı işler yapar. İhlâs ile yapılan ibâdetler, bilhâssa nemâz kılmak, kalbi temizler. Allahü teâlâ, kalbi bozan, hasta yapan şeyleri harâm etmişdir. Günâh işliyenin kalbi hasta olur. Günâhın büyüklüğüne göre, hastalık hafîf veyâ ağır olur. Kalb hasta olunca, ibâdet yapmak güç olur. Kalb hastalığının birinci ilâcı, tevbe ve istigfârdır. Tevbenin kabûl olması için, günâhı terk etmek ve ibâdet yapmak lâzımdır. Kalb hastalığının ilâcı olan tevbenin kabûl olması için, en fâideli ibâdet, nemâz kılmakdır. Hergün bir kerre nemâz kılmak, çok kolaydır. Hergün beş kerre nemâz kılmak, kalbi hasta olanlara güç gelir. Hâlbuki, nemâz çok kılınırsa, kalbde Allah sevgisi hâsıl olur. Allah sevgisi zemânla kalbi doldurur. Se’âdetlerin en büyüğü, kalbe Allah sevgisini yerleşdirmekdir. [Dünyâ işleri ile uğraşanların ve geçici olan dünyâ ni’metlerine ve lezzetlerine kavuşmağı düşünenlerin kalblerinde Allah sevgisi kalmaz. İnsanı bu felâketden kurtaran en kuvvetli ilâc, kelime-i tevhîd okumakdır. Bunun için, Allahü teâlâ, sonsuz merhametinden dolayı, hergün bir vakt değil, beş vakt nemâz kılmağı emr buyurmuşdur. Allahü teâlânın bu emri, insanlara sıkıntı vermek için değil, onları kalb hastalığından kurtarmak içindir.

 

Peki kalbimizi, ruh tarafımızı nasıl kuvvetlendirebiliriz?

[dinimizislam.com sitesi] Bununla ilgili İslam alimleri buyuruyor ki;

Bedenimizin sıhhati için, sabahtan akşama kadar yiyip içiyor, her türlü gıdayı alıyoruz. Beden gıdasını almayınca öleceği gibi, ruh da gıdasını almazsa ölür. Vücut topraktan yaratıldığı için gıdası toprak maddeleri, ruh ise âlem-i emirden yaratıldığı için gıdası âlem-i emirdendir. Kur’an-ı kerim ve doğru din kitabı okumaktır, namaz kılmaktır, sohbet yani dinden bahsetmektir.

Dengeli, olgun insan, bedeni ve ruhu sıhhatte olan insandır. Herkeste, her ailede, bir sıkıntı hastalığı var, çünkü beden ve ruh beslenmiyor, denge bozukluğu meydana geliyor. Bu denge bozukluğunu gidermek için de, bütün dünyada kurulan hastaneler bir çare bulamıyor. Özellikle gayrimüslim ülkelerdeki hastane sayısı pek çoktur. Yalnız bu dünyaya inandıkları ve âhiretten mahrum kaldıkları için, acaba ne kadar daha çok yaşayabiliriz gayesiyle, neredeyse bütün paralarını tedaviye ayırıyorlar.

Ruhun düzelmesi için, ruhun gıdasını alması gerekir. Ruhun, kalbin gıdası dindir, ilimdir. Din kitabı okumayanın, dinî sohbet yapmayanın, gönlü yani kalbi ölür. Önce hastalanır, zayıflar, birdenbire ölmez. Zayıfladıkça da, bedende olduğu gibi, derecesine göre sıkıntılar, anormallikler meydana gelir. Vücut zayıfladıkça, bu zayıflık insanda acılar, ızdıraplar meydana getirir. Bu hastalık bedene de yansır, bedende de bazı alametler meydana gelir. Netice itibariyle tedavi edilemezse, hayatı sona erer. İşte bunun gibi, ruhun hastalıkları da tedavi edilmezse sonunda ruh ölür, yani imanını kaybeder.

Bedene faydalı gıdalar olduğu gibi, bedeni tahrip eden zehirler de vardır. Bedeni ve ruhu beraber tahrip eden zehirler, haramlardır. Hem ruhu, hem bedeni dejenere eden, ikisini de hasta eden, ondan sonra ölüme sürükleyen, haramlardır. Haramlar da bellidir, hepsi kitaplarda yazılıdır. Kur’an-ı kerimde bunlar bildirilmiş, Peygamber efendimiz de, ümmetine açıklamıştır. Kumar, içki, zina, yalan, gıybet, kul hakkı, kalb kırmak gibi bütün haramlardan çok sakınmak gerekir. Günahlara devam etmek imanı zayıflatır ve sonunda ruhun ölümüne yani imansız olmaya sebep olur. Bunun için küçük büyük bütün günahlardan sakınmaya çalışmalıdır.

 

Kaynaklar:

Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye, İslam Ahlakı, Kıyamet ve Ahiret, Dinimizislam.com sitesi.